nefsinsohretemeyli
Nefislerin Şöhrete Karşı Meyli
İnsanın, sözünün söylenmesinden ve adının anılmasından memnun olmaması kabil değildir. Bundan kimse kendini kurtaramaz. Himmeti tamamen düşmüşse bu müstesna...
Ama sözlerinin duyulmasıyla veya gizli kalan işlerinin görülmesiyle, nefsinin arzularını doyurmak istiyor da, bu arada kendisinin bulunduğu yerden başka alemin bir çok yerlerinde gizli kalan kıymetli söz veya işleri düşünmüyorsa, bu akılsızca bir iştir, mecnunluktur. Eğer kendisine ait olmasa bile bu kıymetli şeylerin gizli kalmasında üzüntü duyuyorsa, bu hususta da kendisininkileriyle başkalarınınkiler arasında bir fark yoktur ki o zaman nefsine şöyle söylesin; Ey nefis senden gizli bir şey şuracıkta bulunsa bundan haberin olur mu? Tabii ki cevabın "hayır" olacak. O halde sence gizli kalan şey mademki seni meşgul etmiyor şimdi de öyle ol da nefsini rahat tut. Böylece ızdırabım artmış lüzümsüz arzudan kurtulmuş olursun ki, bu çok büyük kazançtır. Fazilet sahipleri bundan müstağni kalamaz, noksan olandan başkası da bunu lüzumsuz göremez.
Eğer biri isminin ve şöhretinin uzak yerlere giderek yaşamasını şiddetle arzu ediyorsa, nefsine desin ki; Ey nefis, Dünyanın her tarafından adının ve şöhretinin en güzel biçimde söylendiğini kabul et ki, sen bunu işitmiyeceksen veya bundan haberin olmayacaksa ne anlayacaksın? Öldükten sonra bunlar söylenmiş- söylenmemiş bir şeyi değiştirmiyeceği gibi sağlığında da bunları sen işitmedikten sonra bir şey ifade etmez.
Burda iki büyük şey düşünülsün; Biri, bunca büyük Peygamberler yeryüzünde yaşadılar da, kimsenin yanında bunlardan bir resim hatıra kaldı mı? Sonra bunca faziletliler, salihler, peygamber ashapları, filezof, ulema, padişahlardan ne tanıdıkları kaldı ne de hatıraları...
Hatıraların fazla veya noksan olmasından da onlar, bir fayda veya zarar da görmüyorlar.
Bunları bilemeyen şunu bilsin ki, en eski padişahlardan bilinen beni İsrail padişahlarının tarihidir. Sonra Yunan ve İran tarihleridir. Bunlar ancak ikibin yıllık tarihtir. Bunlardan önce yeryüzünde bunca imaretler yapan, uzun yaşayan insanların adışanı kesilmedi mi?
Allah Teala;
"Kimi peygamberlerden size haber vermedik" (Nisa: 164),
" ...ve onlardan sonrakileri ki Allah'tan başkası bilemez" (İbrahim:9) buyurmuşlardır.
İnsan namı bir zaman söylense bile yine unutulacak değil mi? İnsanların söylemesi Allah katında derece mi kazandırır veya fazilet mi? Sonra insan bir düşünsün, onun hayır ya da şer ile anılması Allah katındaki derecesine tesir eder mi? Ya da hayatında bilfiil yapmadığı, kazanmadığı fazileti kazandırır mı? Madem ki bundan fayda sağlanmayacaktır, o halde övülmenin peşinden koşmak aldanmaktır, gayesiz ve manasız bir şeye kapılmaktır.
İnsanın esasen önem vereceği şey, hayatında güzel işler ve hayırlar yapmak suretiyle, güzel isim ve teveccüh kazanmaya çalışmasıdır. Allah katında faydası görülecek şey de budur. Ebediyyen zayi olmayacak ta budur. Tevfik Allahtandır.
İyiliği görülene teşekkür farzdır, vacibdir. Bu yapılanın karşılığı da misli veya daha fazlasıyla karşılık vermektir. Yerinde onu müdafaa etmek, sağlığında ve ölümünden sonra da şahsına ve yakınlarına ilgi gösterilmek suretiyle vefakârlıktır. Daha sonra da evlatlarına bu hususta vasiyetlerde bulunmak ve onların iyiliklerini söylemek, kusurlarından hiç bahsetmemektir. Günah işlemesine yardımda bulunmak ve dininde veya dünyasında zararına olacak hareketlerini görmemezlikten gelerek, nasihati ihmal etmek teşekkürden değildir. Bilakis iyiliğini gördüğü birine, bâtıl işinde yardım edersen, nankörlük ve hiyanet etmiş olursun.
Allah'ın ihsan ve in'amı, her iyilik edenin iyiliğinden üstündür ki o bizim gözümüzü açtı ve gösterdi, kulağımızı deldi, hissiyat verdi, konuşturdu ve kendisine muhatap olmamıza ehliyet kazandıran temyiz verdi. Yerde ve gökte olan her şeyi bizim emirlerimize musahhar kıldı. Unsurlara ve yıldızlara hakim kıldı. Yalnız laanın imarıyla mükellef meleklerden kısmen faziletli sayılacak ahlak verdi. Bunlar yanında hangi nimet sahibinin nimeti ölçülebilir?
Kendine iyilik eden birine kendisi istiyor diye bâtıl bir işte kendi isteği ve kudretiyle yardım ederse en büyük nimeti ihsan edene karşı nankörlük ve en büyük nimetini de nankörlükle karşılamış olur. Şükrü hakedeni bilememiş, hamdin hakkını ödememiş olur ki, o da Allah Teala'dır.
İyilik edeni bâtıldan alıkoyar ve acı da olsa hakkı tutarsa, hakkım ödemiş görevini yapmış olur.