allahhakkindazantutma
İnsanların çoğu Allah hakkında sui zanda bulunurlar
Halkın pek çoğu hatta -Allah'ın diledikleri hariç- hepsi, Allah hakkında gerçek dışı kötü zan beslemektedir. İnsanların çoğunluğu hakkının tam verilmediğine, payının eksik olduğuna, Allah'ın kendisine verdiğinin üstünde şeyleri hakettiğine inanır ve tavrıyla şöyle der: "Rabbim bana zulmetti ve hakettiğim şeylere engel oldu!" Diliyle bunu inkar edip açıkça söylemeye cesaret edemezken nefsi bu konuda böyle şahitlik eder. Nefsini kontrol edip onun içinde gizlediklerini ve sakladıklarını öğrenmeye dalan kimse bunun, çakmakta ateşin gizlendiği gibi nefiste gizlendiğini görür. İstediğin bir kişinin çakmağını çak, kıvılcımları sana çakmağında bulunanları haber verir. Eğer bir kimseyi araştıracak olsan, onun kaderi itham edip ayıpladığını, cereyan edene karşı ileri geri konuştuğunu, kaderin şöyle şöyle olması gerektiğini söylediğini görürsün. Tabii bu hal kimilerinde az, kimilerinde çoktur. Bizzat kendi nefsini kontrol et, bakalım kendin bundan salim misin?!
"Ondan kurtulursan büyük bir şeyden kurtulursun, Yoksa ben senin kurtulacağını zannetmiyorum."
Şeyh Süleyman bin Abdillah (rahmetullahi aleyh) İbni Kayyım'ın bu sözlerini açıklarken şöyle der:
"Derim ki: Bilakis (insanların çoğu) bunu (yani kaderi itham etmeyi) mübah görürler ve de gerek şiirlerinde gerekse sözlerinde bunu açıkça dile getirirler.
İbnu Akil "Fünun" adlı eserinde şöyle demektedir:
"Halktan birisi altın ve gümüşten takılar takmış binekleri, hizmetçiler ve süslerle dolu evleri olan birisini gördüğünde: "Yaptıkları kötü işlere rağmen şu insanlara verilen şeylere bak! Der ve o kimselere lanet eder. Aslında o, sözkonusu şahıslara bu nimetleri vereni yani Alemlerin Rabbini kınamaktadır. Zira bunlar şu tarz sözler sarf ederler: "Falan kimse cemaati ve cumayı kaçırmaz, kimseye zerre kötülüğü dokunmaz, malı olduğu zaman zekatını verir, hacca gider, cihad eder; fakat buna rağmen zaruri ihtiyaçlarını dahi gideremeyecek durumdadır." Bu duruma hayret eder ve öyle bir konuşur ki sanki şeriat hak olsaydı durum, gördüğü bu halin tam tersi olması gerekirdi. Yani salih kimsenin zengin, fasık kimsenin de fakir olması gerekirdi."4
Ebu'l Ferec İbn'ul Cevzi ise şöyle diyor:
"Bu durum alim olsun, cahil olsun halkın çoğunluğunu sarmıştır. Bunların öncüsü de İblistir. O, aklını esas alıp şöyle dedi: "Çamur, ateşten nasıl ütün olabilir?" Onun bu itirazının manası şu idi: "Senin hikmetin -haşa- yeterli değil, ben bu hususta daha üstünüm!" Halktan bir çoğu bu itirazında ve üstünlük iddiasında İblis'e tabi olmuştur. Ravendi ve Maarri gibileri bu tarz şeyleri şiirlerinde dile getirmişlerdir. (…) Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'ın Sünneti’nden sapmış olan böyle kimseler çokturlar. Bunlar hevalarının peşinden gitmiş ve kıt akıllarına güvenerek Yüce Allah'a itirazda bulunmaya kalkışmışlardır."
Ebu Talib el-Mekki ise şöyle demiştir: "Yaratılmışlar için Yaratandan daha zararlı birisi yoktur" (Allahı tenzih ederiz.)”5
İbni Kayyım devamla şöyle diyor:
"Nefsine öğüt veren akıllı insanlar buraya iyi dikkat etsin, Rabbi hakkındaki kötü zannından dolayı Allah Teala'ya her zaman tevbe ve istiğfar etsin; her kötülüğün kaynağı ve her şerrin menbaı olan cehalet ve zulümden meydana gelen nefsine kötü zanda bulunsun. Çünkü nefis kötü zanda bulunulmaya hakimlerin hakimi, adaletlilerin en adaletlisi, merhametlilerin en merhametlisi, tam zenginlikle gani, tam hamd ve tam hikmetle Hamid; zatında, sıfatlarında, fiillerinde, isimlerinde her türlü kötülükten münezzeh; her yönden mutlak kemale sahip zatı, böyle sıfatları ve böyle fiilleri olan, tamamı hikmet ve maslahat, rahmet ve adalet olan, isimlerinin tamamı güzel olan Allah'tan daha müstahaktır.
"Rabbin hakkında kötü zanda bulunma, Zira Allah güzelliğe en layık olandır.
Nefsin hakkında asla iyi zanda bulunma,
Zalim, cani ve cahil hakkında nasıl iyi zanda bulunabilirsin ki?
De ki: Ey her kötülüğün kaynağı oian nefis! Ölü cimriden hayır umulur mu?
Nefsin hakkında kötülükleri düşün; onları bulursun, Aynen o şekilde; hayrı ise imkansız gibidir.
Nefiste senin için ne takva ne de bir hayır vardır, Bunlar Celil olan Rabbinin ihsanlarıdır.
Bunlar ne nefistedir ne de nefistendir; fakat, Rahman'dandır... Artık kılavuza teşekkür et".
Bizi bunları söylemeye sevkeden Allah Teala'nın: "...Allah hakkında cahiliyet devri zannı gibi haksız bir zanda bulunan bir grup da kendi derdine düşmüştü..." ayetidir.
Sonra Allah Teala, (bu zikredilen Al-i İmran 3/154 ayetinde) batıl zanlarından kaynaklanan şu sözlerini haber verdi: "Bu işte bizim bir fikrimiz var mı? Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı burada öldürülmezdik.". Birinci ve ikinci sözlerinden maksatları, kaderi isbat (kabul) ve işin tamamını Allah'a havale etmek değildir. Şayet ilk ifadedeki maksatları bu olsaydı, bu ifadeden dolayı kötülenmezler ve bu ifadenin: "De ki: Bütün iş Allah'a aittir" ayetiyle reddedilmesi güzel düşmezdi ve ayrıca bu sözün kaynağı cahiliye zannı olamazdı. Onun için pek çok müfessir: "Buradaki batıl zanlarından maksat, kaderi yalanlamaları ve iş onlara bırakilsaydı, Hz. Peygamber (sallallahu aleyh’ ve sellem) ve ashabı onların sözünü dinleyip kendilerine uysalardı öldürülmeyeceklerdi, yardım ve zafer de onların olacaktı şeklindeki zanlarıdır." demiştir. Allah Teala cahiliye zannı olan bu batıl zanlarını yalanlamıştır. Bu öyle bir zandır ki, gerçekleşmesi kaçınılmaz olan kaza ve kaderin gerçekleşmesinden sonra kendilerinin o kaza ve kaderi savuşturmaya muktedir olduklarını ve iş onlara bırakılmış olsaydı kazanın gerçekleşmeyeceğini zannettikleri cahiliye dönemi insanlarına has zandır. İşte Allah Teala şu sözüyle onları yalanlamıştır: "De ki: Bütün iş Allah'a aittir." Ancak O'nun ezeli kaza ve kaderinin kaydettiği, ezeli ilminin ve kitabının takdir ettiği şey gerçekleşir. İnsanlar istese de istemese de Allah'ın dilediği olur, olmaması imkansızdır. İnsanlar ister istesin, ister istemesin Allah'ın dilemediği de olmaz. Hezimetiniz ve öldürülmeniz takdir olunmuşsa bu, savuşturulmasına imkan olmayan kevni emriyle olmuştur. Bu işte herhangi bir fikriniz olsun veya olmasın birdir. Bazılarınız hakkında ölüm yazgısı yazılmış olsa, sizler evlerinizde bulunsanız bile haklarında ölüm yazgısı yazılanlar evlerinden öldürülecekleri yerlere elbette çıkacaklardır, bu kaçınılmazdır; onların bunda bir fikirleri olsun veya olmasın birdir. İşte bu, Allah'ın dilemediği şeylerin gerçekleşmesini ve gerçekleşmeyecek şeyleri de dilemesini caiz gören inkarcı Kaderiyye Mezhebi mensuplarının görüşünü boşa çıkaran, iptal eden delillerin en açık olanıdır.
Sonra Allah Teala bu takdir'deki bir başka hikmeti haber verdi: Gönüllerinde olanı imtihan etmek. Bu ise, gönüllerinde olan iman ve nifakı deneye tabi tutmaktır. Zira bununla mü'minin iman ve teslimiyeti artar; münafık ile gönlünde hastalık bulunanın ise gönlündekinin organlarında ve dilinde görülmesi kaçınılmaz olur.
Sonra bir diğer hikmetten haberdar etti: Mü'minlerin gönüllerinde var olanları arındırmak, gönüllerini saflaştırmak, temizlemek, terbiye etmek. Çünkü tabiatların baskılan, nefislerin eğilimi, alışkanlıkların hakim olması, şeytanın güzel göstermesi ve gaflet bürümesiyle gönüllere, kendilerine konulan iman, İslam, iyilik ve takva gibi hususların zıtları karışır. Devamlı olarak sürekli afiyette olsa bile bu karışmadan kurtulamaz ve ondan arınamaz. Bundan dolayı Aziz olan Allah'ın hikmeti, gönüller için, kendisine bir hastalık arız olup da doktorunun hastalığı vücudundan gidermek ve vücudunu hastalıktan arındırmak için tedbir almadığı takdirde kötüleşmesinden ve ölümünden korkulan hastaya sunulan acı ilaç gibi mihnetler ve belalar takdir etmesini gerektirdi. Allah Teala'nın müslümanlara karşı bu kırılma, hezimet ve onlardan öldüreceklerini öldürme nimeti, onlara düşmanlarına karşı yardım etme, destekleme ve zafere erdirme nimetine denktir. Bu durumda da o durumda da Allah'ın müslümanlar üzerinde eksiksiz nimeti vardır."
İbni Cerir Taberi tefsirinde:
"Bir de, kötü bir zan ile zanda bulanan münafık erkeklerle münafık kadınlar ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine indi. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara Cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür." (Fetih 48/6) ayetiyle ilgili olarak diyor ki:
"Allah hakkında zanda bulunmak demek, Allah'ın, kendisine yardım etmeyeceğine, iman ehline de düşmanlarına karşı yardımda bulunmayacağına inanmak demektir. Allah'ın, kelimesini üstün kılmayacağına, onu kafirlerin kelimeleri üzerinde yüceltip egemen kılmayacağına inanmaktır. İşte bu ayette burada söz konusu edilen kötü zan bu demektir. Allah (celle celelahu) –mealen- şöyle buyuruyor:
"Allah, hakkında böylesine sui zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar ile müşrik erkekler ve müşrik kadınlar aleyhine olacak şekilde durumları değiştirecek, bunu onların başına geçirecektir."
Yani azap dönüp dolaşıp bunların başına gelecektir.
Aynı zamanda Allah'ın gazabı ve laneti de bunlaradır ve bunlar, Allah'ın rahmetinden en uzak olacak olanlardır. Allah, Kıyamet Günü’nde bunlar için içine atılacakları Cehennemi hazırlamıştır ki, gidiş yeri olarak burası onlar için ne kötüdür. Buraya söz konusu münafık erkeklerle münafık kadınlar ve müşrik erkeklerle müşrik kadınlar gideceklerdir.
İmad İbni Kesir (rahmetullahi aleyh) Fetih Suresi’nin 6. ayetiyle ilgili olarak şöyle demiştir:
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabının tümüyle öldürülüp yok olmaları hususunda suizanda bulunanlar, Allah'ı verdiği hüküm sebebiyle itham etmeye kalkıştılar. Allah (celle celelahu) bundan dolayı onlar için: "Müslümanlar için bekledikleri kötülük çemberi başlarına gelsin" buyurmuştur." Diğer ayetin manasında da tıpkı İbni Cerir'in tefsiri gibi yorum getirmiştir.
1- Muhammed bin Abdi'l-Vehhab'ın ve Fethu'l-Mecid müellifinin İbni Kayyım'dan kısmen naklettiği sözlerin tamamı için Zadu'l-Mead'da Uhud Savaşı'ndan çıkarılan hikmetler bölümüne bakılabilir. Türkçe tercümesi için bkz. İbni Kayyim el-Cevziyye, Zad'u’l-Mead, İklim Yayınları: 3/260-281
2- İnsan, Allah'ın kendisi hakkında bildirdiği isim, sıfat, mükemmellik gibi hususların tümüne inanmadan, rabbinin bildirdiği her şeyi, yapacağı fiilleri, dinin muzaffer kılınıp hakkın gerçekleştirileceği, batılın yok edileceği yönündeki vaadleri tasdik etmeden imanı ve tevhidi gerçekleştiremez. Bunlara inanmak imandandır. Kalbin bu hususlar karşısındaki huzuru imandandır. Bunun aksi yöndeki tüm zanlar, tevhide aykırı cahiliyye zannıdır. Çünkü Allah hakkında kötü zan beslemek, mükemmelliğine aykırı bir kanıda bulunmak, verdiği haberi yalanlayıp vaadinde şüphe etmek demektir.
3- Hakim, isnadının sahih olduğunu belirterek tahric etmiş, ancak Zehebi senedde yer alan Sadaka ismindeki ravinin zayıf addedildiğini söylemiştir.
4- Allahu Te'ala, Al-i İmran Suresi'nde mealen şöyle buyurmaktadır:
"Küfre sapanların diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın. Az bir geçim. Sonra varacakları yer cehennemdir. O ne kötü yataktır! Fakat Rablerinden korkanlar için altından ırmaklar akan cennetler var. Orada ebediyyen kalacaklar. Allah'tan bir ikram olmak üzere. Allah katından olanlar, iyiler için daha hayırlıdır." (Al-i İmran 3/196-198)
Bu ve benzeri nasslara rağmen insanların çoğu kafirlerdeki servet ve şatafata aldanırlar. Dine yakın olan insanların ve de toplulukların, ülkelerin fakirlik ve ezilmişlik içinde olup din düşmanlarının zenginlik ve ihtişam içinde olmalarına bakarak İslam'ın hak din oluşunda şüpheye düşerler. Bir kısmı da tevhid ehlinin azınlıkta olmasını, şirk ehlinin çoğunluğu teşkil etmesini -haşa- tevhidin batıllığına delil olarak getirir. Geçmişte ve günümüzde bir çok insanın İslam'dan uzaklaşmasında bu tarz şüphelerin de etkisi vardır. Bunlar Sünnetullah'tan haberi olmayıp sadece maddi zenginliğe göz dikmiş olan insanlardır. Aradıkları serveti ve gücü, kalabalığı İslam'da bulamayınca dinden yüz çevirirler. Vallahu mustean.
5- Ebu Talib el-Mekki, "Kutu'l-Kulub" adlı eserin müellifi, ünlü sofilerdendir. Bu tarz sözlerinden dolayı kendi döneminde dışlanmıştır.